Çocuk Eğitiminde Ailenin Rolü!

Çocuğum okula başlıyor , Yeni eğitim yılında okula bu yıl başlayacak çocuklar, ailelerinden ilk kez uzun süreli ayrı kalacak ve dış dünya ile ilk karşılaşma dönemini yaşayacak. Bu dönemin başarıyla atlatılmasında öğretmen ve ailelere büyük görev düşüyor.  Çocuğun okula başlaması, içinde yaşadığımız toplumda gelişimini sürdürebilmesi açısından çocuk ve ailesi için bir sorumluluktur. Okula başlama sadece çocuklar için değil aileleri için de önemli bir olaydır. Çocuk ebeveynlerinden ayrışarak farklı akran ve öğretmenleriyle iletişime girer.

Okulun çocuk üzerinde psiko-sosyal etkisi

Okul, çocuk için ailesi dışında yeni bir sosyal çevredir. Doğal olarak çocuğun uyum sağlamasını gerektiren çok sayıda farklı özellikleri ve ilişkileri içerir. Çocuk okula başlaması ile birlikte ihmal ve terk edileceğini düşünebilir. Korku ve kaygı hissedebilir.  Akranlarının dışlamasından, endişelenebilir.

 

Aile, çocuğu değişime hazırlanmalı

Okula başlama anında çocukların gösterdikleri tepkiler, onların o ana kadar geliştirdikleri ilişkilerin bir sonucudur. Ebeveynler bu dönemde çocuklarının yanında olarak, duygusal yönden güven vererek, anlayabileceği kavramlarla açıklama yaparak okula başlama sürecini uyum ve davranış sorunlarına yol açmadan yönetebilmelidirler. Okula başlamadan önce edinilen alışkanlıklar, beceriler ve duygular açısından güçlü bir kişilik sergileyen çocuk, okulun sosyal ve akademik sorumluluklarını rahatlıkla yerine getirir

 

Çocuklar anne ve babayı örnek alırlar!
Çocuk korunmaya, ilgiye ve sevgiye muhtaç bir varlıktır. Ailenin uygun tutum ve davranışlarıyla  çocuğun ruhsal ve davranışsal gelişimi sağlıklı yapılandırılabilir. Ancak ebeveynler çocuklarına yeterli düzeyde ilgi ve sevgi göstermez, kişilik gelişiminde uygun rol model olmaz ise çocuk uyum, davranış, sosyal sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Çocuğun kişilik gelişimi Birey, çocukluk döneminden itibaren çevresinde yaşayan insanların davranış ve tutumlarını taklit eder. Bu taklit önce anne ve baba imajı ile başlar.

 

Bir çocuğa anne-babası nasıl davranırsa, çocuk da öyle davranır!

Kişilik doğrudan doğruya anne- babanın çocuğu ile karşılıklı kurduğu ilişkiden doğmaktadır. Kişilik çocukla içinde yaşadığı toplumla sıkı ilişkilerden, çok kuvvetli duygusallıklardan oluşmakta çocuk ile çevre arasındaki ilişkinin, diyalogun ve etkileşiminin sonucu olarak değerlendirilmektedir. Bir çocuğa ana babası nasıl davranırsa, çocuk da diğer kişilere karşı öyle davranır. Önce karakterin, daha sonra kişiliğin oluşmasında ve gelişiminde çocuk, ana baba etkileşimi sürecinde sevgi ve disiplin temel rol oynar. Çocuğun karakteri, çoğu kez kendisini ana babasının verdiği davranış özelliklerini yansıtır. Karakteri oluşturan en önemli yol çocuğa ahlaki davranışını nedenlerini açıklamak, çocuğun kararları kendi kendine almaları ve onları akıllıca nasıl eleştirebileceklerini öğretmektedir.

 

Özgüveni yüksek, benlik saygısı gelişmiş çocuk için bağımsızlığına önem vermeliyiz!

Sağlam duygusal temeller üzerine kurulan kişiliklerde ki çocuklar, hayatın beraberinde getirdiği sorunlarla baş etmeye hazırlanmış demektir.Kişilik zamanla olgunlaşır. Çocuğun fiziki, zihinsel ve duygusal yapısı zamanla gelişir. Önceleri duygu ve heyecanlarını denetleyemeyen çocuk büyüdükçe duygu ve heyecanlarını nasıl denetleneceğini öğrenir. Ailenin sosyal- ekonomik düzeyi, kültürel durumu, arkadaş ve okul çevresi çocuğun kişiliğinin oluşumunda önemli rol oynar. Kendine ve çevresine güvenen çocuklar, yaşam başarısı yüksek olmaya aday çocuklardır. Çocuk büyüdükçe, anne babasından ayrı bir varlık, farklı kişi olduğunu hisseder. Bir başkasına benzemeye çalışabilir, rol modelleri vardır. Sosyal varlık olarak, aile dışına çıkarak toplumsal ilişkilerini geliştirmeye başlar, arkadaş grubuyla etkileşime girer. Kişiliğin kazanılmasında sosyal ve çevresel faktörlerin rolü büyüktür.

 

Çocukla yaşanan iletişim ve uyum çatışmaları nelerdir?
Çocuk ergenlik sürecinde akran grubu içersinde iletişim güçlükleri çeker, ebeveynlerinden modelleme ile edindiği şiddet davranışlarını arkadaşlarına gösterme eğilimindedir. Günlük yaşamımızda, çocuğumuzun bir sorunu karşısında, her şeyin iyi gideceğini söylemek, akıl vermek, dinlememek, eleştirmek, suçlamak iletişim engeli olduğunu öğrendiğimizde çoğumuz şaşırıyoruz. Bu yaklaşımlar çocuğumuza hiç yardımcı olmadığı gibi onun sorununu çözmede bir engel oluşturuyor, sorunu ortaya koymasını ya da açıklamasını engelliyor. Çocuk duygularının kabul edilmediğini, değersiz olduğunu, anlaşılmadığını düşünerek kendini olumlu tutumlarla ifade edemeyen çocuk şiddet tutumları ile ailesinin ilgisini çekmeyi iletişim yöntemi olarak benimsiyor.

 

İletişimde amaç sorun çözme kadar, uzlaşma becerileri göstermektir!

Çocukların şiddet tutumlarının değiştirilmesinde, çatışma karşısında çözümleyici yaklaşımlarının ve kriz yönetim becerilerinin geliştirilmesine bağlıdır. Ancak sorunu ya da çatışmayı çözen çocuk, şiddet davranışlarından kaçınabilir. Her şeyden önce çatışmanın çözümlenmesinde, sorunu anlamak ya da analiz edebilmek çözümün kaynağını da oluşturur.
Çatışma yapısı gereği her iki tarafa zarar vermektedir. Bireylerin duygusal, fiziksel örselenmesine yol açmaktadır. Öncelikle çatışmaya yol açan tutumlardan kaçınabilmektir. Ancak çatışma ortaya çıkmışsa, çözüme odaklanarak yaklaşım geliştirebilmeliyiz. Amaç sorun çözme kadar, uzlaşma becerileri göstererek çatışmayı çözümlemektir.

 

Sağlıklı ebeveyn çocuğunu tanıma ve anlama çabası gösterir!

Ebeveynler, çocuklarının farklılık çabalarını, kimlik arayışını korkuyla, endişeyle karşılayabilir ve kendi olumsuz duygularını çocuklarına baskı olarak yansıtabilirler. Ebeveynler bu şekilde çocuğuna sürekli müdahale etmekle çocuğun kendi olma, kendini tanıma çabasını da zorlaştırmaktadır. Müdahaleci tutumlarıyla çocukta ek bir stres faktörü olmaktadır. Aile içi ilişkilerde ihmal, istismar ve şiddet içerisinde yetiştirilen çocuk psiko-sosyal gelişim evrelerinde duygusal, sosyal, kişilik gelişimi açısından uyum ve davranış sorunları gösterir.

 

Ebeveynler çocuklarına kendi uzvu gibi davranmaktan kaçınmalıdır!

Ebeveynler çocuklarıyla “bağımlı” ilişki kurma, onlara kendi uzvu gibi davranma, sahiplenme duygusuyla hareket etmek yerine çocuğa farklı bir birey olduğunu hissettirmeli. Yaşına uygun olarak sorumluluklar almasını, bağımsız hareket edebilmesini ve aile içersinde karar sürecine aktif katılımını desteklemelidirler. Çocuk hayatın sorumluluğunu aldıkça, sonuçlarını gördükçe kendi değerlerini, hayat kriterlerini oluşturacak ve kendi ayakları üzerinde hayatına yön verecektir. Böylece bağımsızlaşan çocuk yaşanmış hayatın sonuçlarından çıkardığı derslerle kişiliğini ve karakterini oluşturacak, kendini tanıma ve anlama yolculuğunda mesafe kazanacaktır. Çocuğun şiddet davranışlarından uzaklaşarak uyumlu, üreten bir değer olarak geleceğe hazırlanması “insanı merkeze” alan bir aile ve toplum düzeninde gerçekleşebilir.

Fatih Kılıçarslan/ Sosyal Hizmet Uzmanı/ Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir